9786051050119
377901
https://www.tdedkitap.com/canakkale-savasi
Çanakkale Savaşı
116.00
Bundan tam doksan dört yil önce, harika bir nisan sabahi, Osmanli Imparatorlugu topraklarinda, bir yarimadanin üzerindeki bir tepede iki davetsiz misafir vardi. Karanin içlerine bakiyorlardi. Bulunduklari yeri, gecenin karanliginda denizden çikarma yaparak istila etmislerdi. Arkalarindaki su, kendileri gibi adamlari karaya çikaran küçük teknelerle doluydu. Bu adamlar buraya, dünyanin öte ucundaki memleketlerinden, Avustralya ve Yeni Zelanda'dan gelmislerdi. Bu tepenin, yani Kanlisirt'in üstü düzdü ama tam da degil. Kenarlari yavasça alçalip, oradaki Osmanli topçusunun gözcülerine, hedeflerini -yani, hayatlarinda ilk kez bir muharebe görecek olan birkaç bin delikanliyi- görmeye yetecek kadar bir aralik biraktiktan sonra, daha içteki öteki bayirla birlesiyordu.
Bu gençler, çiplak karaya çok kisa bir süre önce alelacele çikarilmis Avustralya piyadeleriydi. Sarp bir arazide, çamurlara bata çika kumsaldan yukari dogru hizla tirmandiklarindan dolayi yorgun, ama yine de neseliydiler, çünkü daha savasin ne demek oldugunu bilmiyorlardi. Yere uzanmis olan askerler, subaylarinin dikkatini çeken seyin ne oldugunu göremiyorlardi. Bu, iki taburdan olusan ve gelenleri öldürmek üzere metodik bir yayilma hazirligi içinde olan iki bin kisilik bir Osmanli piyade alayiydi. Artik bir kilometreden daha yakina gelmis olan düsman, onlar ilerledikçe, tepenin dogu ayaginin kimiltisiz derinliklerine gömülüp görünmez oluyordu.
Binbasi John Partridge ara sira bakiyor ve onlarin düzenli bir biçimde, uygun araliklarla siraya girmis partiler halinde ilerlediklerini görüyordu. Islerinin ehli adamlara benziyorlardi. Yüzbasi John Dougall gelip hayranlikla ve sanki alelade bir konusma yaparcasina, bu kadar iyi yayildiklarina göre gelen düsmanin muvazzaflar olmasi gerektigine isaret etti. Binbasi Duncan Glasfurd söze karisip ötekilerin de aklindan geçeni dile getirdi: acaba kendi adamlari da muvazzaflar gibi davranabilecek miydi? Ancak sorusuna herhangi bir cevap gelmedi, çünkü o sirada artik saldiri baslamis bulunuyordu ve hepsinin de, öyle durup belirsiz bir konuda tahmin yürütmektense yapmalari gereken çok daha önemli isleri vardi. Zaten cevap, kisa süre sonra açik bir sekilde ortaya çikacakti… Peter Williams, Charles Darwin Üniversitesi'nde ögretim üyesi.
Bu gençler, çiplak karaya çok kisa bir süre önce alelacele çikarilmis Avustralya piyadeleriydi. Sarp bir arazide, çamurlara bata çika kumsaldan yukari dogru hizla tirmandiklarindan dolayi yorgun, ama yine de neseliydiler, çünkü daha savasin ne demek oldugunu bilmiyorlardi. Yere uzanmis olan askerler, subaylarinin dikkatini çeken seyin ne oldugunu göremiyorlardi. Bu, iki taburdan olusan ve gelenleri öldürmek üzere metodik bir yayilma hazirligi içinde olan iki bin kisilik bir Osmanli piyade alayiydi. Artik bir kilometreden daha yakina gelmis olan düsman, onlar ilerledikçe, tepenin dogu ayaginin kimiltisiz derinliklerine gömülüp görünmez oluyordu.
Binbasi John Partridge ara sira bakiyor ve onlarin düzenli bir biçimde, uygun araliklarla siraya girmis partiler halinde ilerlediklerini görüyordu. Islerinin ehli adamlara benziyorlardi. Yüzbasi John Dougall gelip hayranlikla ve sanki alelade bir konusma yaparcasina, bu kadar iyi yayildiklarina göre gelen düsmanin muvazzaflar olmasi gerektigine isaret etti. Binbasi Duncan Glasfurd söze karisip ötekilerin de aklindan geçeni dile getirdi: acaba kendi adamlari da muvazzaflar gibi davranabilecek miydi? Ancak sorusuna herhangi bir cevap gelmedi, çünkü o sirada artik saldiri baslamis bulunuyordu ve hepsinin de, öyle durup belirsiz bir konuda tahmin yürütmektense yapmalari gereken çok daha önemli isleri vardi. Zaten cevap, kisa süre sonra açik bir sekilde ortaya çikacakti… Peter Williams, Charles Darwin Üniversitesi'nde ögretim üyesi.
Bundan tam doksan dört yil önce, harika bir nisan sabahi, Osmanli Imparatorlugu topraklarinda, bir yarimadanin üzerindeki bir tepede iki davetsiz misafir vardi. Karanin içlerine bakiyorlardi. Bulunduklari yeri, gecenin karanliginda denizden çikarma yaparak istila etmislerdi. Arkalarindaki su, kendileri gibi adamlari karaya çikaran küçük teknelerle doluydu. Bu adamlar buraya, dünyanin öte ucundaki memleketlerinden, Avustralya ve Yeni Zelanda'dan gelmislerdi. Bu tepenin, yani Kanlisirt'in üstü düzdü ama tam da degil. Kenarlari yavasça alçalip, oradaki Osmanli topçusunun gözcülerine, hedeflerini -yani, hayatlarinda ilk kez bir muharebe görecek olan birkaç bin delikanliyi- görmeye yetecek kadar bir aralik biraktiktan sonra, daha içteki öteki bayirla birlesiyordu.
Bu gençler, çiplak karaya çok kisa bir süre önce alelacele çikarilmis Avustralya piyadeleriydi. Sarp bir arazide, çamurlara bata çika kumsaldan yukari dogru hizla tirmandiklarindan dolayi yorgun, ama yine de neseliydiler, çünkü daha savasin ne demek oldugunu bilmiyorlardi. Yere uzanmis olan askerler, subaylarinin dikkatini çeken seyin ne oldugunu göremiyorlardi. Bu, iki taburdan olusan ve gelenleri öldürmek üzere metodik bir yayilma hazirligi içinde olan iki bin kisilik bir Osmanli piyade alayiydi. Artik bir kilometreden daha yakina gelmis olan düsman, onlar ilerledikçe, tepenin dogu ayaginin kimiltisiz derinliklerine gömülüp görünmez oluyordu.
Binbasi John Partridge ara sira bakiyor ve onlarin düzenli bir biçimde, uygun araliklarla siraya girmis partiler halinde ilerlediklerini görüyordu. Islerinin ehli adamlara benziyorlardi. Yüzbasi John Dougall gelip hayranlikla ve sanki alelade bir konusma yaparcasina, bu kadar iyi yayildiklarina göre gelen düsmanin muvazzaflar olmasi gerektigine isaret etti. Binbasi Duncan Glasfurd söze karisip ötekilerin de aklindan geçeni dile getirdi: acaba kendi adamlari da muvazzaflar gibi davranabilecek miydi? Ancak sorusuna herhangi bir cevap gelmedi, çünkü o sirada artik saldiri baslamis bulunuyordu ve hepsinin de, öyle durup belirsiz bir konuda tahmin yürütmektense yapmalari gereken çok daha önemli isleri vardi. Zaten cevap, kisa süre sonra açik bir sekilde ortaya çikacakti… Peter Williams, Charles Darwin Üniversitesi'nde ögretim üyesi.
Bu gençler, çiplak karaya çok kisa bir süre önce alelacele çikarilmis Avustralya piyadeleriydi. Sarp bir arazide, çamurlara bata çika kumsaldan yukari dogru hizla tirmandiklarindan dolayi yorgun, ama yine de neseliydiler, çünkü daha savasin ne demek oldugunu bilmiyorlardi. Yere uzanmis olan askerler, subaylarinin dikkatini çeken seyin ne oldugunu göremiyorlardi. Bu, iki taburdan olusan ve gelenleri öldürmek üzere metodik bir yayilma hazirligi içinde olan iki bin kisilik bir Osmanli piyade alayiydi. Artik bir kilometreden daha yakina gelmis olan düsman, onlar ilerledikçe, tepenin dogu ayaginin kimiltisiz derinliklerine gömülüp görünmez oluyordu.
Binbasi John Partridge ara sira bakiyor ve onlarin düzenli bir biçimde, uygun araliklarla siraya girmis partiler halinde ilerlediklerini görüyordu. Islerinin ehli adamlara benziyorlardi. Yüzbasi John Dougall gelip hayranlikla ve sanki alelade bir konusma yaparcasina, bu kadar iyi yayildiklarina göre gelen düsmanin muvazzaflar olmasi gerektigine isaret etti. Binbasi Duncan Glasfurd söze karisip ötekilerin de aklindan geçeni dile getirdi: acaba kendi adamlari da muvazzaflar gibi davranabilecek miydi? Ancak sorusuna herhangi bir cevap gelmedi, çünkü o sirada artik saldiri baslamis bulunuyordu ve hepsinin de, öyle durup belirsiz bir konuda tahmin yürütmektense yapmalari gereken çok daha önemli isleri vardi. Zaten cevap, kisa süre sonra açik bir sekilde ortaya çikacakti… Peter Williams, Charles Darwin Üniversitesi'nde ögretim üyesi.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.