9789758612307
497329
https://www.tdedkitap.com/alevilik-ve-bektasilik-terimler-sozlugu
Alevilik ve Bektaşilik Terimler Sözlüğü
320.00
Aleviliği-Bektaşiliği yaratan insanların Müslümanlıkla kitlesel düzeyde "tanıştıkları" dönemlerde Sünni Ortodoks ilkeler, toplumsal düzeyde "uygarlığı çelmelemeye" çalışan, aklın kılavuzluğunu hiçe sayan, düşünceyi ve bilimi "ters dönüşüm"le "dogmalar"ın hızmetine sokan, "halk çalışsın yönetenler yesin" düzeninin sürdürülmesinden yana olan bir "inanç ağırlığı"na, bir "resmi dinsel ideoloji"ye dönmüştü.
Alevilik-Bektaşilik, bu"inanç ağırlığı", bu "resmi dinsel ideoloji" altında ezilen, horlanan, yabancılaşan Anadolu insanının özgürleşme; bağımsız düşünme, haksızlığa, sömürüye başkaldırma eylemleri "eşliği"nde Ortaçağ karanlığından sızan ve geleceği aydınlatan bir "ışık" olarak belirdi. Tanrı'yı, insan aracılığıyla konuşan, söyleyen, davranan bir eylemin içine "soktu"; insanı, şeriat varlığından, bir "yorum", bir "yetenek" varlığına yükseltti ve onu, yaşama, yaşamdan kaynağını alan bir geleneğe bağladı. Bu gelişme, toplumda ezilen, sömürülen katmanlar, sınıflar temelinde "çıkarları" ve "umutları" bir olan, aynı geleceğe koşan "Alevi-Alevi/Sünni-Sünni kardeşliğini" yapaylaştıran; "özgür birey"in, "özgür yurttaş"ın öne çıktığı gerçek Alevi-Sünni kardeşliğinin maddi ve düşünsel temellerini de yarattı.
Alevilik-Bektaşilik felsefesinde "maddeci düşünce temeli" inancın "tuğlaları"yla örülüdür; deyim yerindeyse "nicel boğuntuda"dır. Eğer sürekli inanç yanı vurgulanıp pekiştirilirse, her şey inancın denetiminde ele alınırsa, nesnel yan "silinir" düşünce atılım yapamaz, bu kültür insanı aydınlığa çıkamaz, körlenir; giderek "kahrolsun büyük din", "yaşasın küçük din" anlayışını öne çıkarır.
Bu durum egemen güçlerin işine gelir: 700 küsur yıldır yaptığı gibi Alevileri-Bektaşileri "dinsiz" olmamalarına karşın "dinsizlik"le suçlar ve yargılar; düşünce yanını "inanç" yanıyla perdeleyerek bu kültürü "boğmaya" kalkar.
Ama Aleviler-Bektaşiler, düşüncelerinden dolayı "dinsiz" olarak değil, toplum düzenini "maddeci bir yaşama anlayışı" üzerine oturtmak isteyen, inançlarını ise bu isteklerini tavıra, eyleme, davranışa dönüştüren bir "manevi güç" olarak gören "devrimciler, ilericiler, aydınlık insanlar" olarak algılanmak, şayet yargılanmak gerekiyorsa böyle yargılanmak istiyorlar.
Alevilik-Bektaşilik, bu"inanç ağırlığı", bu "resmi dinsel ideoloji" altında ezilen, horlanan, yabancılaşan Anadolu insanının özgürleşme; bağımsız düşünme, haksızlığa, sömürüye başkaldırma eylemleri "eşliği"nde Ortaçağ karanlığından sızan ve geleceği aydınlatan bir "ışık" olarak belirdi. Tanrı'yı, insan aracılığıyla konuşan, söyleyen, davranan bir eylemin içine "soktu"; insanı, şeriat varlığından, bir "yorum", bir "yetenek" varlığına yükseltti ve onu, yaşama, yaşamdan kaynağını alan bir geleneğe bağladı. Bu gelişme, toplumda ezilen, sömürülen katmanlar, sınıflar temelinde "çıkarları" ve "umutları" bir olan, aynı geleceğe koşan "Alevi-Alevi/Sünni-Sünni kardeşliğini" yapaylaştıran; "özgür birey"in, "özgür yurttaş"ın öne çıktığı gerçek Alevi-Sünni kardeşliğinin maddi ve düşünsel temellerini de yarattı.
Alevilik-Bektaşilik felsefesinde "maddeci düşünce temeli" inancın "tuğlaları"yla örülüdür; deyim yerindeyse "nicel boğuntuda"dır. Eğer sürekli inanç yanı vurgulanıp pekiştirilirse, her şey inancın denetiminde ele alınırsa, nesnel yan "silinir" düşünce atılım yapamaz, bu kültür insanı aydınlığa çıkamaz, körlenir; giderek "kahrolsun büyük din", "yaşasın küçük din" anlayışını öne çıkarır.
Bu durum egemen güçlerin işine gelir: 700 küsur yıldır yaptığı gibi Alevileri-Bektaşileri "dinsiz" olmamalarına karşın "dinsizlik"le suçlar ve yargılar; düşünce yanını "inanç" yanıyla perdeleyerek bu kültürü "boğmaya" kalkar.
Ama Aleviler-Bektaşiler, düşüncelerinden dolayı "dinsiz" olarak değil, toplum düzenini "maddeci bir yaşama anlayışı" üzerine oturtmak isteyen, inançlarını ise bu isteklerini tavıra, eyleme, davranışa dönüştüren bir "manevi güç" olarak gören "devrimciler, ilericiler, aydınlık insanlar" olarak algılanmak, şayet yargılanmak gerekiyorsa böyle yargılanmak istiyorlar.
Aleviliği-Bektaşiliği yaratan insanların Müslümanlıkla kitlesel düzeyde "tanıştıkları" dönemlerde Sünni Ortodoks ilkeler, toplumsal düzeyde "uygarlığı çelmelemeye" çalışan, aklın kılavuzluğunu hiçe sayan, düşünceyi ve bilimi "ters dönüşüm"le "dogmalar"ın hızmetine sokan, "halk çalışsın yönetenler yesin" düzeninin sürdürülmesinden yana olan bir "inanç ağırlığı"na, bir "resmi dinsel ideoloji"ye dönmüştü.
Alevilik-Bektaşilik, bu"inanç ağırlığı", bu "resmi dinsel ideoloji" altında ezilen, horlanan, yabancılaşan Anadolu insanının özgürleşme; bağımsız düşünme, haksızlığa, sömürüye başkaldırma eylemleri "eşliği"nde Ortaçağ karanlığından sızan ve geleceği aydınlatan bir "ışık" olarak belirdi. Tanrı'yı, insan aracılığıyla konuşan, söyleyen, davranan bir eylemin içine "soktu"; insanı, şeriat varlığından, bir "yorum", bir "yetenek" varlığına yükseltti ve onu, yaşama, yaşamdan kaynağını alan bir geleneğe bağladı. Bu gelişme, toplumda ezilen, sömürülen katmanlar, sınıflar temelinde "çıkarları" ve "umutları" bir olan, aynı geleceğe koşan "Alevi-Alevi/Sünni-Sünni kardeşliğini" yapaylaştıran; "özgür birey"in, "özgür yurttaş"ın öne çıktığı gerçek Alevi-Sünni kardeşliğinin maddi ve düşünsel temellerini de yarattı.
Alevilik-Bektaşilik felsefesinde "maddeci düşünce temeli" inancın "tuğlaları"yla örülüdür; deyim yerindeyse "nicel boğuntuda"dır. Eğer sürekli inanç yanı vurgulanıp pekiştirilirse, her şey inancın denetiminde ele alınırsa, nesnel yan "silinir" düşünce atılım yapamaz, bu kültür insanı aydınlığa çıkamaz, körlenir; giderek "kahrolsun büyük din", "yaşasın küçük din" anlayışını öne çıkarır.
Bu durum egemen güçlerin işine gelir: 700 küsur yıldır yaptığı gibi Alevileri-Bektaşileri "dinsiz" olmamalarına karşın "dinsizlik"le suçlar ve yargılar; düşünce yanını "inanç" yanıyla perdeleyerek bu kültürü "boğmaya" kalkar.
Ama Aleviler-Bektaşiler, düşüncelerinden dolayı "dinsiz" olarak değil, toplum düzenini "maddeci bir yaşama anlayışı" üzerine oturtmak isteyen, inançlarını ise bu isteklerini tavıra, eyleme, davranışa dönüştüren bir "manevi güç" olarak gören "devrimciler, ilericiler, aydınlık insanlar" olarak algılanmak, şayet yargılanmak gerekiyorsa böyle yargılanmak istiyorlar.
Alevilik-Bektaşilik, bu"inanç ağırlığı", bu "resmi dinsel ideoloji" altında ezilen, horlanan, yabancılaşan Anadolu insanının özgürleşme; bağımsız düşünme, haksızlığa, sömürüye başkaldırma eylemleri "eşliği"nde Ortaçağ karanlığından sızan ve geleceği aydınlatan bir "ışık" olarak belirdi. Tanrı'yı, insan aracılığıyla konuşan, söyleyen, davranan bir eylemin içine "soktu"; insanı, şeriat varlığından, bir "yorum", bir "yetenek" varlığına yükseltti ve onu, yaşama, yaşamdan kaynağını alan bir geleneğe bağladı. Bu gelişme, toplumda ezilen, sömürülen katmanlar, sınıflar temelinde "çıkarları" ve "umutları" bir olan, aynı geleceğe koşan "Alevi-Alevi/Sünni-Sünni kardeşliğini" yapaylaştıran; "özgür birey"in, "özgür yurttaş"ın öne çıktığı gerçek Alevi-Sünni kardeşliğinin maddi ve düşünsel temellerini de yarattı.
Alevilik-Bektaşilik felsefesinde "maddeci düşünce temeli" inancın "tuğlaları"yla örülüdür; deyim yerindeyse "nicel boğuntuda"dır. Eğer sürekli inanç yanı vurgulanıp pekiştirilirse, her şey inancın denetiminde ele alınırsa, nesnel yan "silinir" düşünce atılım yapamaz, bu kültür insanı aydınlığa çıkamaz, körlenir; giderek "kahrolsun büyük din", "yaşasın küçük din" anlayışını öne çıkarır.
Bu durum egemen güçlerin işine gelir: 700 küsur yıldır yaptığı gibi Alevileri-Bektaşileri "dinsiz" olmamalarına karşın "dinsizlik"le suçlar ve yargılar; düşünce yanını "inanç" yanıyla perdeleyerek bu kültürü "boğmaya" kalkar.
Ama Aleviler-Bektaşiler, düşüncelerinden dolayı "dinsiz" olarak değil, toplum düzenini "maddeci bir yaşama anlayışı" üzerine oturtmak isteyen, inançlarını ise bu isteklerini tavıra, eyleme, davranışa dönüştüren bir "manevi güç" olarak gören "devrimciler, ilericiler, aydınlık insanlar" olarak algılanmak, şayet yargılanmak gerekiyorsa böyle yargılanmak istiyorlar.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.